Topakev'in Başımıza Açtığı İşler

Köşe Yazıları / Kenan Kocabaş

Uçak, havaalanına inmek için yavaş yavaş alçaldığı sırada, binlerce kilometre uzağımızda yaşayan bu insanların, nasıl evler inşa ettiklerini ve nasıl bir düzen tutturduklarını anlama fırsatı yakalayacağım için mutlu hissediyordum kendimi. Bir Avrupa şehrini ilk kez1994 yılında görmüştüm. Brüksel’di doğal olarak bu şehir.Nasıl da güzel evler inşa etmişlerdi. Binaların bir mimari tarzı olması, binalarda göze hoş gelen bir şeyler bulunması gerçekten onlar adına gurur verici olmalıydı. Kaldırımlar da öyle, adeta yürümek için yapılmışlardı. Peki, bu ülkede ayakkabı tamircisi olan biri, evine nasıl ekmek götürecekti?Ayakkabı boyacasına da ihtiyaç yoktu. Sürekli yağan yağmur, toz namına bir şey bırakmamıştı ki ortalıkta. Bütün toz, kül Kuzey Denizine sürüklenmiş olmalıydı.Hollanda ise daha yaşanılası bir yer gibi duruyordu. Hollanda’nın şehirlerindeki tabiat-mimari uyumu daha bir göz alıcıydı. Küçücük çocukların bile bisiklet üzerinde trafik kurallarına uyma çabaları, gösteriş gibi gelmişti bana… Bir arkadaşımın söylediği gibi, adamlar kırmızı ışıkta durmaktan keyif alıyorlardı. Halbuki Türkiye’de bizim işlerimiz hep acil; sarı ışık bir tehdit, kırmızı ışık ise bize karşı işlenmiş bir suç adeta. Utanmasak dış mihrakların elektriği var bu trafik lambalarında diyecek durumdayız.Avrupa’da geçen koca bir ayın sonunda tekrar yurda dönüş günü gelmişti. Bu günü iple çekmiştim adeta, sıkıntıdan patlamıştım çünkü. Ama gözüm arkada kalmıştı bir o kadar da. İnsanların yaşadıkları ortamlara bu derece önem verme şevki ve azmi keşke bizde de olsaydı. Bu ve buna benzer düşüncelerle ve bir ayın muhasebesiyle geçen uçak yolcuğumdan sonra tekrar Türkiye’deydim.Havaalanından otobüs terminaline kadar giden yolda gördüklerim, içimi daha da kararttı. Gerçekten çok fark vardı… Ama üzülmeye de gerek yoktu, kendi ülkemdeydim artık ve canım sıkılmayacaktı. Güneşimiz de vardı üstelik.Ama aradan geçen zaman, şu soruyu sormama hiç mani olmadı: Neden asfalt atmayı bilmiyoruz, neden kaldırım yapmayı beceremiyoruz?Emirdağ’da Meydan’dan herhangi bir yöne doğru arabanızla gittiğinizde konforlu bir yolculuk yapma şansınız oluyor mu? Yollarda zıplamadan, sarsılmadan huzur dolu bir beş dakika geçirmek neden bu kadar zor?Şöyle, düzgün örülmüş ve esnaf tarafından işgal edilmemiş kesintisiz elli metrecik de olsa bir kaldırım keyfi yapma hakkımız neden yok?Bu sadece Emirdağ’ın da sorunu değil gördüğüm kadarıyla. Büyük şehirlerde de durum bundan farklı değil. Ücretsiz ahşap boyama kursu, heykeltıraşlık kursu veren, bunu da reklam masraflarından kaçınmaksızın gözümüze sokar gibi bizi bilgilendiren bir belediye, nasıl olur da kurs binasının hemen önündeki kaldırım taşlarını aylarca onarmayacak kadar vurdumduymaz olabilir.Emirdağ’da güzel parklar yapılmış internet gazetelerinden okuduğumuz haberlere göre. Henüz gitme fırsatım olmadı ama mutlaka titizlikle yapılmıştır ve mutlaka görsel değeri olan yerlerdir buralar. Güzel parklarımızın olması gerçekten önemli ama güzel bir park ihtiyacı, yol ve kaldırıma duyulan ihtiyaç kadar da elzem olmasa gerektir.İhtiyaçlar için bir öncelik sıralaması yapılsa ve hizmet üretimi de buna göre yapılsa fena mı olurdu? Karnınız açsa ve ancak karnınızı doyuracak kadar bir paranız varsa, önce bir sinema keyfi yapayım, yemek işini sonra hallederim diyebilir misiniz?Artık ecnebi ülkeler ile ülkemiz arasındaki belediyecilik ve estetik anlayışı farklılıklarını sorgulamıyorum. Biliyorum ki, daha iyi yolları ve kaldırımları bu ülkede görmek normal olmazdı zaten.Bu konularla ilgili olarak, Profesör Doktor Erol Göka, “Türklerin Psikolojisi” adlı kitabında şu ifadelere yer veriyor:“Türk göçebeliği, tarihsel süreç içinde yerleşikliğe doğru yönelmiştir ama yerleşmek nispeten kolay olsa da, kentlileşmek, göçebe alışkanlıkları hele hele göçebe ruh halini bırakmak çok ama çok zor olmuştur. Göçebenin ruh halini, büyük ölçüde, yaşadığı mekanla kurduğu iğreti ilişkisi belirler. Göçebe, yarın buralardan çekip gidiverecek gibidir; onun kervanı her an hazırdır. Bir türlü şöyle pırıl pırıl güzel şehirler kuramayışımızda, bırakın bir şehri, düzgün döşenmiş bir kaldırım bile yapamayışımızda büyük ölçüde pay sahibidir göçebe zihnimizin mekanla iğreti ilişkisi…”İşte bu yüzden kimseyi suçlamayalım yapılmayanlardan, yapılamayanlardan. Göçebe ruh halimiz elvermiyor maalesef…İşin içine biraz da mizah katmak gerekirse, bizler göçebe hayatın parçası olan “Topakev”e sımsıkı sarıldıkça, düzgün yollara ve kusursuz kaldırımlara sahip olmamız çok zor görünüyor.Kenan Kocabaş